Zamanda Yolculuk

Ailemin ilk kişisel masaüstü bilgisayarını eve buyur ettikten bir kaç sene sonraya dayanıyor bu yazıyı yazmam. Henüz 12 yaşındaydım. Ancak yazılarıma çok daha önce başladığımı hatırlıyorum. Bazı yazılarımın tarzı komedi bazılarının ise bilim kurgu veya korkuydu. Hatta yazdıklarımdan kendim korkup odamdan kaçıp salona koştuğum olurdu :).

...

Odamda bir kitap ararken karşıma çıktı bir tanesi. Yazı içinde bir kaç kelimenin gözüme takılması ile ne yazdığım aklıma geldi. On üç sene önce bir çocuğun yazdıkları mantıken tutarlı olmayabiliyor ama çocukluğun verdi o masumiyet ve sınırsız hayalgücü ile okuyanda tebessüm oluştabiliyor. Eğer şimdi karşımda o yaşlarda yazılar yazan birini görsem yargılamak yerine ona yardım eder, beraber güzel konuşmalar yapardım. O yıllarda insanların benimle yaptıkları konuşmalar gibi.

Aşağıda sizinle paylaştığım bir yazı var. Hiçbir değişiklik yapmadım. Bu okuyacağınız yazı benim için gerçekten bir zamanda yolculuk.

İşte karşınızda on iki yaşında ki Honorius'un yazısı:

                                                                                                                               02.10.2002

Profesör Quintus Honorius genetik mühendisiydi. Hayatı buluşlarla geçiyordu. Düşündüğünü uyguluyordu. Yine bir gün ekolompus adındaki virüsü incelemeye başlamıştı. Bu virüsün özelliği havadan geçmesiydi. Çok ölümcül bir virüstü. İlk yapılacak iş onun üreyeceği ortamı sağlamaktı. İçindeki ortamı nükleik, nükleon ve diğer asitler tamamlıyordu. Bu asitlerin bulunacağı tek bir organ vardı. İsmi mideydi. Profesör Quintus Honorius bunları hazırladıktan sonra son bir aşama vardı. Beklemek. Toplam üç hafta beklemesi lazımdı. Üç hafta dolduktan sonra artık sıra antivirüs bulmaya gelmişti. İçine koyulan kabın eni bir metreydi. Boyu da otuz santimdi. Ne de olsa içindeki asit. Dikkatli olunması lazımdı. Ama bu sefer olmadı. İçi asit dolu kabı bir makina kaldırıyordu. Bir anda elektrikler kesilmişti. Bunun ardından DANK!  diye bir ses geldi. Profesör Quintus kaygı içindeydi. "İnanamıyorum! Kör oldum! Gözlerime bir perde indi!" diye haykırıyordu. Hemen anında jeneratör çalıştı ve elektrikler geldi. Profesör Quintus; "Yüce Allah'ım gözlerimi tekrar kazandım. Sana çok minnattarım" dedi. Bir de baktı ki kap yerinde yok. Yere düşmüştü. Profesör zorla da olsa oradan alıp yerine koydu. "Eminim düşerken çalkalanmamıştır. Bu yüzden biraz yavaş açayımda çok sıçramasın. Ha bismillah!" dedi ve açmaya başladı. Açış o açış kap bir anda yok oldu. Profesör; "Biliyordum! Birgün sihirbaz olacaktım ve oldum. Ne mutlu Türk'üm diyene!". O sözlerine devam ederken kap köşedeki dolabın yanında meydana geldi. Profesör bunu fark edince " Aman Allah'ım bu da ne? Ben zamanda yolcuğumu keşfettim!".

Bir kaç ay sonra basının ve bilim adamlarının ilgi odağı oldu. Anlatırken bayağı abartıyor. "Zaten ben onun elimde kaybolduğunu anlayınca olayı hemen kavradım. Bu benim için çok basitti." Yedi ay sonra uzaya gönderilecek mekik çalışmaları başladı. Bu tam dört buçuk yıl sürdü. En sonunda da çalışmalar bitti. Mekikte profesör Quintus Honorius da vardı. Beş. Dört. Üç. İki. Bir. Sıfır!. Mekiğin motorları ateşlenmişti. Mekik yavaş yavaş kalkmaya başlamıştı ve artık kalkmıştı. Mekiği kullanan bilim adamı "Koltuklarınıza bağlanın ışık hızına geçiyoruz". Bütün profesörler ve görevliler bağlandı. Asit dolu kap iyice çalkalandı. Kabın açılmasıyla kaybolması bir oldu. Işık hızının kendilerini nereye götürdüklerini bilmedikleri için kabın ağzı hemen kapatıldı. Kapatıldığında ise Dünya'ya benzeyen bir çok gezegen göz önündeydi. İlk olarak kendilerine en yakın olan gezegene inmelerine karar verildi. Bilgisayar oradaki şartların insanlara çok uygun olduğunu gösterdi. Bunlar olurken gezegene inilmişti. Sanki inilen gezegen Dünya'mızın çok eski asırlarını anlatıyordu. Buna profesör Quintus Honorius çok şaşırmıştı. "Bana göre diğer gezegenler de bu gezegene çok benziyordur ya da tıpa tıp aynısıdır." dedi ve ekledi; " Bence diğer gezegenlere de bir inip bakalım ya da bilgisayarla atmosferini incelemeliyiz. Çünkü bizi bu bilgiler şaşırtabilir." Diğer bilim adamları da söylediğini onayladılar.

Böylece diğer gezegenlere inildi. Sonuçta alınan bilgi şöyleydi; "Bu bilgilere dayanılarak gezegenler aynı bir güneş sisteminde değildir; fakat bize öyle gözükmektedir. Çünkü biz zamanın ortasındayız. Bu gezegenlerin hepsi aynıdır. Tek fark aralarında yedi asırlık zaman dilimi vardır. Böylece Dünya'nın gelecek ve geçmişi öğrenilmiştir".  Mekiğin Dünya'ya gelmesi iki yıl altı ay bir hafta beş gün sürmüştür. Profesör Quintus Honorius daha sonraki yıllarında çeşitli ilklere adım attı. Evrenin her yeri keşfedildi. Dahiyane keşfi ise ölümsüzlük oldu. Ancak kendisi hiç kullanmadı. Bunu gençliğe bıraktı. Bunlardan on sene sonra ise öldü. Ama gelişmeler durmadan devam etti... :)


Yazının sonu geçtiğimiz yıl vizyona girmiş olan Interstellar filminin son kısmına genel hatlarıyla benzemiş diyebilirim. Daha doğru ifade etmek gerekirse Interstellar filminin son kısmı yani hikayenin sona bağlandığı kısım on üç sene önceki yazımın sonuna genel hatlarıyla benzemiş.

...

Eski, antik yazılarımı çekmecelerin en derin, tozlu yerlerinde buldukça, onları gün ışığına çıkarmaya devam edeceğim. :)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Her İpucu Yeni Bir Kapı Aralar

LaVita E Bella-2

This is "America"